40 YILLIK HATIR Bir yemen dilberi mahbûb-ı cihandur kahve Bir siyah câmeli esmerce cüvândur kahve
Bir kış akşamı...
Hava o denli soğuk ki üşüdüğünüzü dahi hissetmiyorsunuz. Bu dondurucu soğukta aklıma gelen içimi ısıtacak tek şey kahve. Sade, acı bir Türk kahvesi... Tam o sırada aklıma Charles Macfarlane'nin sözleri geliyor. " Türkler kahvesiz yaşayamazlar. " Tam da dediği gibi. Espresso, Cappuccino gibi ihtiyaçdan içilmez Türk kahvesi. Onu ' Türk Kahvesi ' yapan vazgeçilmezlerimiz arasına koyan masaya gelene kadar ki aşamaları , içme ritüelleri ve tabi ki 40 yıllık hatrı...
İstanbul'a ilk kez 1453 yılında Süleyman zamanında geldi kahve. Türkler tarafından bulunup ve daha sonra Avrupa mutfağına giren yepyeni hazırlama metoduyla güğüm ve cezvelerde pişirilerek ' Türk Kahvesi ' adını aldı. UNESCO tarafından 'somut olmayan kültürler mirası ' listesine alınan kahvenin özel bir tadı, köpüğü, kokusu, pişirilişi ikramıyla kendine özgü bir kimliği ve geleneği herkes tarafından bilinen bir gerçek.
Türk kahvesini diğer kahvelerden ayırdığı özellik içinde barındırdığı ritüeller olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Kahve çekirdeklerinin bakır havanlarda dövülmesi ve ardından kavrulması bakır cezvede ağır bir şekilde pişmesi lokum ile servis edilmesi...
Önemli anlara da eşlik eder 'Türk Kahvesi' ve gelenek haline gelmiş bir durumdur bu. Sadece bir sıcak içecek değil aynı zamanda bir kültür lokomotifidir kahve.Osmanlı zamanından bu yana kız isteme esnasında gelin adayı, kahveleri ikram edip elinde tepsiyle kahveler bitinceye kadar beklermiş; bu şekilde gelin adayı görücüler tarafından daha iyi görülürmüş . Tuzlu kahve olayı da var tabi. Gelin adayı için muzip bir olay olsada aslında burdaki amaç damat adayının sabrını ölçmekdir.
Nevi Cafe
600 yıllık lezzet olan Türk Kahvesi'nin hem pişirilmesini öğrenmek hem de bu ritüellerin en bariz şekilde yaşandığı mekan olan Nevi'ye yolumuz düşüyor. Balat'ın eski sokaklarından geçip Haliç'e doğru ilerliyoruz. Burası Haliç'in eşsiz silüetine sahip, hava da osmanlı kokusu olan, kömürde türk kahvesinin pişirildiği osmanlı döneminde karakol olarak hizmet vermiş ancak sonra restore edilmiş bir yer Nevi. Osmanlı - alaturka karışımı diyebileceğimiz tarzda dekore edilmiş, mekana girer girmez kulağınıza giren taş plak kaydı türk sanat müziği şarkıları, tavanda sallanan rengarenk gaz lambaları ile mekan müthiş bir atmosfere sahip. Közde pişirilen Türk kahvesi masanıza kadar cezvede geliyor, yanında naneli lokum ve suyu ile birlikte... Haliç'in tüm güzelliğini gören bir masaya oturup sade Türk Kahvemi söylüyorum. Kahvemi söyleyip yaklaşık 15 dakika kadar bekliyorum. O geçen 15 dakikalık süre içinde kendimi Haliç'in manzarasına dalmış bir yandan da plak kaydı olan eski türk müzikleri çalığıma çalınmış şekilde buluyorum. Derken kahvem gelmişti bilee.. O eşsiz kokusu ilk burnuma geldi içmeden kahvenin tadını hissetmiştim. Kahveyi sevmeyenler bile kokusuna bayılır. Kahvemı yudumlarken buranın gizli kahramanını merak ediyorum ve kahveyi servis eden aksanından yabancı olduğunu anladığım garsona ' kahveyi pişirenin kim olduğunu soruyorum ' Hatice ' cevabını alır almaz kendimi kömür ocağının başında buluyorum. Hatice abla Nevi kurulduğundan beri buradaymış.Bir nevi buranın isminin duyulmasının gizli kahramanı gibi. Tıpkı kamera arkasında tonlarca işi yüklenen insanlar gibi...
Kömürde pişen kahvenin nasıl pişirildiğini merak ettiğimi anlayıp lafa koyuldu Hatice abla. ' Hoşgeldin' dedi. 'Demek yaptığım kahvenin nasıl pişirildiğini merak ediyorsun. ' diyerek sözlerine devam etti ve kahve yapımını anlatmaya başladı.' Kahvenin lezzetinde önemli unsur suyun ve kahvenin kalitesidir. Çeşme suyu kesinlikle konulmamalı. Çünkü klor lezzeti bozabilir' dedi Hatice abla bunları derkende bir yandan cezveyi alıyor ve kahveyi çıkarıyor. Kahvenin kapağını açarken kahve kavanozunun içinde küp şekerler olduğunu görüyorum. Meraklı bakışımdan anlamış olacak ki ' onlar kahvenin nemini alsın diye koydum ' diyor. Hatice abla çok güler yüzlü ve cana yakın. İşini severek yaptığı mimiklerinden belli. Kahve yapmak artık onun için çocuk oyuncağı olmuş desek haksızlık etmeyiz. O otantik, ışıl ışıl parlayan renkli gaz lambalarının bulunduğu mekanın en önemli üyesi burayı buramyapan kişi aslında. Kimsenin tanımadığı ama kahvedeki lezzetinin dilden dile konuşulduğu yerin gizli kahramanı...
' Her fincan için iki kaşık kahve ilave edilir arzuya göre de şekeri de ilave etmelisin. Ama bana soracak olursan kahveyi şekersiz için derim ben. Çünkü kahvenin tadını daha iyi o şekilde alırsın 'dedi Hatice abla. Bir yandan kahveyi yapıyor bir yandan o yumuşak ve sevecen ses tonuyla bana kahveyi anlatıyor. Kahvenin bu kadar lezzetli olmasının sebebi sanırım Hatice ablanın sevgisi. Çünkü bizim kültürümüzde lezzetli olan beğenilen her tadın arkasında içine katılmış bir sevgi vardır. Yemek programlarında hep ' püf noktası ' kelimeleri geçer. Her lezzetin yapımında kendine göre püf noktaları vardır. Hatice ablaya göre de kahve yapmanın püf noktası kahvenin ağır pişmesiymiş.Çabuk pişer ise köpüğü olmuyormuş.Kahve olunca Hatice abla 'kahve hazır' , 'kahvenin yapımı benden 40 yıllık hatrı bilmek sizden' dedi.Yüzündeki gülümseme ile.
'40 yıllık' hatır burda kullanılan 40 sadece bir sayıdan ibaret.Önemli olan birlikte içilen kahve fincanına saklanan dostlukların bir ömür boyu kıymetini bilmek.